top of page

Kelime anlamı; temizlik ve bereket olan zekât, dinen zengin
sayılan Müslüman'ın sahip olduğu malın bir bölümünü Allah
rızası için belirli kişilere karşılıksız olarak vermesi anlamına gelmektedir.

 

Çok eski medeniyetlerden günümüze değin, fakirlik, bir problem olarak ortaya çıkmıştır. Varlıklı kimseler, fakirlere çeşitli adlar altında yardım yapsalar da dünyada sistemli bir uygulama mevcut olmamıştır. İslam güneşinin ortaya çıkmasıyla ve zekât ve sadaka ile hükümler tedrici olarak geldikçe bu konuda çözüm üretilmiştir.

 

                                                                 Mekke devrinde İslam, fakirlik                                                                         meselesine eğilmiş, yoksulları                                                                           doyurmayı, gözetmeyi, onlara                                                                             giyecek ve mesken teminini teşvik                                                                   etmiştir. Ziraatçilerin hasat zamanı                                                                   mahsulün hakkını vermeleri                                                                               emredilmiştir. Yine Mekke dev-                                                                         rinde gelen ayetlerde “onlar zekâtı                                                                                  verirler” şeklinde ifadeler kulla-nılmış, zekât vermenin müminlerin tabiî vasıfları olduğuna işaret edilmiştir. Zekâtın müesseseleşmesi ise Medine devrinde Müslümanların bir vatan, devlet ve iktidara sahip olmalarıyla söz konusu olmuştur. Ayet ve hadislerle zekât kesin olarak emredilmiş hangi mallardan ne kadar ve kimlere verileceği, kimler tarafından toplanıp dağıtılacağı hakkında geniş bilgiler verilmiştir.

 

Kur’an-ı Kerîm’de yirmi sekizi namazla birlikte olmak üzere
muhtelif isimler altında otuz yedi yerde zekât emri bulunmaktadır.

 

İslam dininin beş temel esasından biri olan zekât, hicretin
ikinci yılında Şevval ayı içinde kurumsallaşmıştır. Zekâtın farz olduğu
kitap, sünnet ve icma ile sâbittir.

 

Allah Teâla (c.c.), pek çok ayette zekâtı emretmiştir:

                 

                 وَأَقي مُ۪وا الصَّلاَةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ

         “Namazı kılın, zekâtı verin...”

 

Zekâtın farz olduğu, hadislerde şu

şekilde ifade edilmiştir: Abdullah

b. Abbas radıyallahu anh’ın nakle-

ttiğine göre, Peygamber Efendimiz,

civar kabilelere öğretmen olarak

gönderdiği sahabilere şu hususları

tembihlemiştir: “Önce, Allah’tan

başka bir ilah olmadığını anlatın;

kabul ederlerse, benim Allah’ın kulu ve elçisi olduğumu söyleyin. Bunu da kabul ederlerse, günde beş vakit namaz kılmalarının farz olduğunu ve zenginlerinin malında fakirlerin hakları bulunduğunu anlatın.”

 

İnsan, sahip olduğu nimetlerin şükrünü yerine getirmelidir. Rabbimizin ihsan ettiği mal nimetinin en asgari şükrü zekât ile yerine getirilir. Bu yüzden Allah Teâlâ zekâtı fakirin hakkı ve zenginin yerine getirmesi gereken mecburi bir görev olarak emretmiştir.
 

Kur’an-ı Kerîm’de bu husus şu şekilde belirtilmiştir:
                           

                           

                                               وَف ى۪ أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ
    “Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır.” 

 

Zengin, fakirin bu hakkını ödemek mecburiyetindedir. Bu nedenledir ki, Hz. Ebu Bekir (r.a.), devlet başkanı seçildiği zaman zekât vermeyenlerle savaşmıştır.

 

Zekâtın şahsi, sosyal, ekonomik pek çok fayda ve hikmetleri
mevcut olup fakirliğin ortadan kalkmasında etkili bir yöntemdir. Aynı zamanda sosyal bir yardımlaşma sistemidir. İslam Dinindeki zekât ve diğer maddi yardımlaşma şekilleri, zengin ile fakir arasında servet farkından doğabilecek dengesizlikleri gidererek toplumda huzurun tesis edilmesini sağlar. Bu yüzden Rabbimiz Peygamberimizden zekâtın zenginlerden toplanıp fakirlere dağıtılmasını emretmiştir:

 

                   “Onların mallarından kendilerini temizleyip tezkiye

                                        edeceğin bir sadaka (zekât) al...”

 

Nebi (s.a.v.), Muaz b. Cebel’i (r.a.) Yemen’e vali gönderirken kendisine şöyle buyurmuştur:

 

                         “Zenginlerinden zekâtı al,yoksullarına ver”

 

Zengin zekâtını vermediği takdirde ihtiyacını temin edemeyen
fakir, zengine karşı husumet besler. Bu da toplumsal barışın
bozulmasına yol açar. Zekât, İslam’ın köprüsüdür, zenginle yoksulu birbirine yaklaştırır. Zengin yardım etmenin sevincini yaşarken, yoksul da zengine karşı sevgi ve saygı duyar. Böylece herkesin birbirine sevgi ve saygı ile davrandığı, karşılıklı olarak güven duyduğu, kıskançlıkların ortadan kalktığı ve sosyal dayanışmanın en güzel bir şekilde uygulandığı huzurlu bir toplum meydana gelmiş olur.

 

Zekât yastık altında atıl kalan altın ve paraların düşmanıdır. Piyasadan çekilip yastık altına konulan servetlerin zekâtı bu malların azalmasına sebep olur. İnsanlar buna engel olmak için para ve altınlarını ticaret ile artırma yoluna giderler. Böylece piyasayı canlanır.

 

İnsana malı veren Allah’tır. Rabbimizin verdiği her nimetin bir şükrü vardır. Sahip olduğumuz mal nimetinin şükrü zekât ile yerine getirilir. “Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın…”

Zekât vermeyip cimrilik edenlerşu ayet ile uyarılmıştır:

 

Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamayanları yakıcı azapla müjdele. Bu mallar, kıyamet gününde cehennem ateşinin içinde kızdırılacak, sahiplerinin alınları ve sırtları bu ateş ile dağlanacak ve bu sizin sadece kendiniz için biriktirdiklerinizdir. Biriktirdiklerinizin acısını tadın, denilecek.”

Fakir kalıp dilenmek yerine, zengin olup Allah için verebilmek
için gayret göstermek gerekir. Bir hadis-i şerifte bu durum şöyle ifade edilir:
“Veren el, alan elden hayırlıdır.”

            Buhari, Zekât 18; Müslim, Zekât 94.

bottom of page